Tuesday, February 6, 2007

Hindistan 18: 22 Ekim 2006 - Mumbai

Bugünle ilgili fiyatlar, süreler, mesafeler, haritalar, diğer yararlı şeyler... için buraya tıklayabilirsiniz:)

Bugün Hindistan’da 18. ve son günümüz. Yarın bu saatlerde evde olacağız:) Bakalım ev yabancı gelecek mi. Nedense bana hep öyle olur. Yabancı bir ülkeye gidince, dönüşte geçtiğimiz yollar da ev de çok düzenli ve uzun süredir gelmediğim bir yer gibi gelir. Bir de reklamlar. Uçaktan inip bir taksiye bineriz, önce şoför havalarla ya da son günlerde olanlarla ilgili genel bir giriş yapar:) ondan sonra eve girer girmez televizyonu açar şöyle bir reklamlara bakarım. Eğer değişmişlerse insan bir haftadır da evden uzak olsa, büyük bir tatil yapmış gibi gelir:) Yani bana böyle oluyor, herkesi bilmiyorum:) Bir keresinde de herhalde tam yeni dönemin başlangıcında mı gitmişiz neyse döndüğümüzde bütün programlar ve reklamların çoğu değişmişti:) Hatta iki yeni şarkıcı bile çıkmıştı:) İki haftalık tatil üstümüzde 6 ay etkisi bırakmıştı:) Televizyonun tatil uzatmak gibi böyle de bir yararı var:P Neyse:)

Aslında Mumbai’de bir gün daha kalmak istiyorduk, çünkü gezilecek yerleri bitirdikten sonra bir süre de ortalıkta boş boş dolanmak daha iyi oluyor. İnsan gittiği yerle ilgili bir şeyler düşünüyor, orada yaşanır mı yaşanmaz mı, yapılacak bir şeyler var mı, insanlar ne yapar falan gibi şeylere daha rahat dikkat edebiliyor. Biz iki buçuk günde ancak koştura koştura gidilecek yerleri dolaşabildik tabii. Bir günümüz daha olsa biraz da boş boş dolanırdık. Ama uçak her gün olmadığı için yapamadık. Bugün gitmezsek ancak iki gün sonra dönebiliyoruz. O da fazla uzun oluyor artık. O yüzden bugün Mumbai’nin kalan yerlerini de görüp bitirdik, şimdi de havaalanında uçağın saatini bekliyoruz.

Mumbai-İstanbul uçağı sabaha karşı 04.55’te. Saat 9’dan beri buradayız, şimdi saat 01.30 ve hala bizim uçakla ilgili işlemlere falan başlamadılar. Üstteki salonda oturuyoruz saatlerdir. Neyse ki koltuklar boş. Yoksa aynen otele dönerdik herhalde:) Havaalanını falan sonra anlatırım. Önce bugün yaptıklarımızı anlatayım. Hem bu arada zaman da geçer:)

Sabah dokuz buçuk gibi taksiye binip Mahalaxmi Dhobi Ghat’a gittik. Yani Mumbai’nin çamaşırhanesine:) Dhobi Ghat aslında Mumbai’de en çok görmek istediğimiz yerdi. Ama dün akşam oteldeki adam Diwali’nin ilk gününün ertesinde orada çalışanların hepsi akşamdan kalma olur, pek işe gelen olmaz deyince göremeyecek miyiz diye biraz telaşlanmıştık. Sabahın köründe çıktık gittik. Gerçekten de pek kalabalık değildi ama adamın söylediği kadar boş da değildi ortalık. Dhobi Ghat, Mumbai’nin çamaşırhanesi. Yani çeşitli yerlerde toplanan giysilerin bir arada yıkandığı yer. Küçük küçük bölmeler yapmışlar. Her birinde başka bir şey yapılıyor. Birinde sabunluyor, öbüründe yıkıyor, öbüründe çalkalıyor, en son da tepelerindeki iplere asıyorlar. Burada 5000 kişi çalışıyormuş diye okumuştum. Biz gittiğimizde ortalık sakindi ama yine de ne olduğunu görebildik. Aslında herkesin işte olmaması iyi bile olmuş olabilir. En azından sakin sakin nerede ne yapıldığına falan bakabildik, kalabalık olsa belki de pek bir şey görülemeyebilirdi.

Mahalaxmi tren istasyonunun kapısının hemen yanındaki Mahalaxmi Dhobi Ghat’tan çıkıp Mahalaxmi Temple’a gittik. Burada her yerin adı Mahalaxmi, çünkü Mahalaxmi bu bölgenin adı. Burası yeni apartmanların olduğu geniş bir alan ve bugün burada ilk defa korna çalmayın diye bir tabela gördük. Hindistan için gerçekten çok farklı bir durum çünkü ilk günden beri her yerde “horn please” yazıları görüyorduk. Yani korna çalın:) Bütün otobüslerin, taksilerin, rickshawların üzerinde koca koca “horn please” yazıyor her yerde. O kadar çal çal dedikten sonra burada da çalmayın demişler işte:) Ama sanırım burası daha yeni bir konut bölgesi. Herhalde o yüzden burada kurallar farklı. Çünkü yoksa şehrin içinde durum yine aynı. Herkes daat daaaaaaaaaaat!!! diye dolaşıp duruyor:)

Bindiğimiz taksiyle hiç korna çalmadan Mahalaxmi Temple’a gittik:) Aslında yakınmış ama son günümüz ya, kaybolup falan zaman kaybetmeyelim diye yolu aramakla uğraşmayıp taksiye bindik. Aslında elinde doğru dürüst bir harita olsa, insan yolunu bulur tabii ama Hindistan’da haritalar gerçekten kötü. Devletin bir uygulaması mıdır nedir, hiçbir yere haritadan bakarak rahatça gitmeniz mümkün olmuyor. Ya önemli bir caddeyi koymamışlar, ya mesafeleri farklı oranlarda küçültmüşler, ya yerlerin adını haritaya koymamışlar. Gerçekten kötü haritalar yani. Bir yer yürüyüş mesafesinde görünüyor mesela. Bakıyorsun en fazla bir kilometre. Bir çıkıyorsun yola ki git git bitmiyor, karşına haritada görünmeyen yollar çıkıyor. Şaşkın şaşkın bakınırken de halinizden durumu anlayan rickshawcular hemen etrafınızı çeviriyor tabii. En iyisi haritayı falan bir kenara bırakıp başının çaresine bakmak:) Zaten pek harita da satılmıyor. Buldukça almaya çalışıyoruz ama öylesine çıkarılmış gibi hepsi, yazıları bile okunmuyor.

Neyse işte taksiye binip Mahalaxmi Temple’a gittik. Burası bir Hindu tapınağıydı ve sanırım Diwali olması nedeniyle herkes buraya akın etmişti. Tapınağa adını veren Mahalaxmi, her türlü zenginliğin tanrısıymış. Daha fazla bilgi, para, başarı için bir çok insan burada sıraya girmiş, tapınağa ulaşmaya çalışıyordu. Ama tabii hepsi farklı bir şeyler istiyor tanrıdan. O yüzden de içeri girerken isteklerine göre farklı farklı şeyler götürüyorlar. Tapınağa giden yolun iki tarafı tamamen tezgahlarla doluydu ve bunların bazısı ipler, süsler gibi şeyler, bazıları çiçekler, bazıları meyveler, bazıları da yine isteğe göre tapınağa götürülecek başka şeyler satıyorlardı. İnsanlar yol boyunca bunlardan istediklerini alıp tapınağa gidiyordu. Gelenlerin çoğunun elinde lotus çiçeği, meyve ve leblebi gibi küçük bir şeyler vardı. Ne anlama geldiklerini soramadık ama en popüler şeyler bunlardı yani:)

Bir sürü insan ellerinde hediyeleri kapıda sıraya girmişti. Ama içeri girmek de öyle kolay bir şey değil. Kadınlarla erkekler ayrı ayrı girip, farklı sıralardan ilerliyor bir kere. Sonra giriş ve çıkış yolları da demirle uzun bir süre ayrılmış ki insan çıkışta ayakkabısını koyduğu yere gelebilmek için 200 metre çıplak ayakla yürüsün:) Neyse biz içeri ayrı ayrı girip birbirimizin ayakkabısını çıkışta yan tarafa uzatarak yürümekten kurtulduk. Yanımızda böyle durumlar için galoş da vardı, yere bastık sayılmaz yani. Ama bir sürü insan içeri ayakkabılarını çıkararak girebileceğini, sonra da tekrar almak için yürüyeceğini i anlayınca girmekten vazgeçti. Herhalde normalde bu kadar kalabalık olmuyor bu tapınak, çünkü bu şaşırıp girmekten vazgeçenlerin hepsi Hintliydi. Zaten o hengamede tapınağa girmeye çalışan tek turistler de bizdik:)

Neyse zar zor içeri girdik, uzun bir sırada 15 dakika kadar bekleyerek içinde ne yapacağımızı bilmediğimiz odaya geldik:) Tapınağın bütün içi insanların düzenli bir şekilde bu küçük odaya girmesi için sıralara bölünmüş. Kıvrıla kıvrıla odaya doğru ilerliyorsunuz. Sonunda içeri girince de bizim gibi şaşkın şaşkın bakıp çıkıyorsunuz:) Tabii onlar ne yapacaklarını biliyor, şaşkın bakan biziz:) Ama anladığımız kadarıyla gördüğümüzü anlatayım yine de:) Getirdiklerinizi oradaki görevliye veriyorsunuz, o da onları tanrı heykelinin önündeki ızgaraya atıyor. Sonra oradan bir şeyler alıp size veriyor. Biriyle konuşmadığımız için tam da emin değiliz ama sanırım istedikleri konudaki zenginliği temsil eden şeyi tanrının önüne atarak isteklerini iletmiş oluyorlar, sonra da onu evlerine götürüyorlar. Bilsek bir lotus çiçeği de biz götürürdük:) Aslında gidince bu yapılanların ne olduğunu öğrenip daha doğru bir şekilde yazsam daha iyi olur herhalde. Çünkü bu yazdıklarım tamamen bizim tahmin ettiğimiz açıklama, yaptıkları şeyler bunlardı da anlamlarını uyduruyorum yani:)

Ama bir şeyi oradaki kadınlara sorduk. O yüzden biliyoruz. Onu anlatayım ben en iyisi:) Bu tanrı heykelinin olduğu odadan çıkınca herkes o odanın arkasında geçen bir yoldan yürüyerek çıkışa doğru gidiyordu. Bazı insanlar da odanın arka duvarının önünde durmuş duvara para yapıştırıyordu. Meğer duvar biraz nemliymiş. Siz bir dilek dileyip bir parayı başparmağınızla duvara bastırıyormuşsunuz. Bıraktığınızda para düşerse dileğiniz olmayacak, yapışır kalırsa da olacak demekmiş:) Annem de yapıştırdı. Ama Mahalaxmi annemi nazikçe başından attı:) Annemin parası ne duvara yapıştı, ne de düştü. Parmağına yapıştı kaldı. Yanımızda bekleyip bizim sonucun ne olacağına bakan kadınlar da gülmekten öldü:) Normalde böyle bir şey pek olmazmış, ya düşermiş ya yapışırmış:) Mahalaxmi bizi dinlemedi bile yani:)

Biz de çıktık tapınaktan ne yapalım. Yürüyerek bu sefer de biraz ilerideki Müslüman dergahına gittik. Yani Hajı Ali Dergah’a. Burası özellikle yapısı açısından farklı bir yer çünkü dergah denizin ortasında. Uzun ince bir yoldan yürüyerek ulaşılıyor. Tabii yol boyunca dizilmiş dilenciler sizi bezdirip kaçırmazsa. Böyle arka arkaya iki ayrı dinin tapınağına gidince insanın daha çok dikkatini çekiyor tabii. Aynı bölgede, yan yana iki tapınağın çevresi birbirinden bu kadar nasıl farklı olur çok şaşırdık. Mahalaxmi Temple kalabalıktı, itişe kakışa giriliyordu ama ortada bir dilenci bile yoktu. Herkes kendine göre bir karar vermiş, bir şeyler almış tapınağa götürüp çıkıyordu. Hajı Ali Dergaj’ın yoluysa tamamen dilencilerle doluydu. Hatta üçlü dörtlü gruplar oluşturmuş birlikte duruyordu çoğu. Kolu olmayan ve ya Allah diye bağıran iki grup vardı mesela. Yerde güneşin altında yatarak bir çember oluşturmuşlar, sürekli bağırıp vücutlarını titretiyorlardı. Gerçekten çok kötüydü yani. Ama biz esas niye bu iki yerin önü bu kadar farklı diye merak ettik. Yani fakirlik, hastalık gibi şeylerse nedeni, Hindular da aynı yerde yaşıyor, hatta gördüğümüz kadarıyla onların şartları daha kötü. Gittiğimiz bütün şehirlerde Müslümanlar belli bölgelerde yoğunlaşmış, dükkanlar açmış, ticaret yapıyordu. Hindularla ise daha çok rickshawlarda çalışırlarken karşılaştık. Yani onların durumu daha kötü gibi görünüyor. Böyle bir şeyin içinden, tabii konuyla ilgili hiçbir bilgimiz olmadan akıl yürüterek çıkamayız. Ama havaalanına gelirken taksiciye sorduk. Adam evet öyle bir fark olması normal, çünkü Müslümanlar birbirini kollamıyor, halbuki bizde bir sorunu olana destek olunmaya çalışılır dedi. Nedeni bu mu bilmiyoruz ama böyle bir şey de dikkatimizi çekti işte. Onu da yazayım dedim.

Neyse. Hajı Ali Dergah’tan çıkıp yine yürüyerek yakındaki bir alışveriş merkezine gittik. Orada oturup bir şeyler yedik, biraz dinlendik, kahve içtik ve çıkıp Mumbai’nin Red Light District’ine gittik. Her yeri gördük bari orası da eksik kalmasın diye:) Taksici bizi Kamathipura bölgesinin orta yerinde, burası merkezdir deyip indirdi. Biz de sokaklarda yürümeye başladık. Küçük iki katlı ve gerçekten çok pis görünen evler vardı ve çoğunun önünde yerde kadınlar oturuyordu. Bir süre sonra bir adam peşimize takılıp bizi sokağın birine doğru çekiştirmeye başlayınca olay yerini hızlı adımlarla terk ettik:) Adamlar da anlamadı herhalde, çekirdek aile olarak gelmişiz orada dolaşıyoruz falan. Adam bir şansımı deneyeyim dedi herhalde. Neyse oradan koşarak uzaklaşıp:) ana caddeye çıktık. Meğer buranın hemen önü yüksek apartmanların, kocaman yeni bir alışveriş merkezinin, yeni evlerin olduğu temiz pak bir bölgeymiş. Yine aynı şey oldu yani. Birbirinin zıttı bölgeler yan yana gelişmiş, öyle birlikte yaşayıp gidiyorlar:) Kocaman pahalı evinizden çıkıp bir adım atıyorsunuz, Red Light District.

Biz de Red Light Distrcit’ten attık adımımızı, yeni yapılmış büyük alışveriş merkezi City Center’a girdik:) 18 gündür her bulduğumuz alışveriş merkezine koşuyoruz, şöyle alıştığımız gibi bir yer çıkar, hem yemek yer, hem marketinden bir şeyler alırız, biraz da dolanır çıkarız diye. İlk defa bugün böyle bir yer bulabildik. O da sanırım daha dün falan açılmış:) Yemek katında oturup bir çay içip, cheesecake yiyelim dedik, satıcı çocuk o kadar heyecanlandı ki istediklerimizi tam olarak alabilmemiz yarım saat sürdü:) Zaten daha kasaları falan bile gelmemiş. Elle fiş kesiyorlar, eşyaları nasıl kullanacaklar, ne yapacaklar emin değiller. Bugün bile açılmış olabilir gittiğimiz yer, o kadar telaşlıydılar. Babam da biraz ileriden makarna aldı. Oradaki çalışanlar da aynı durumdaymış:) Ama gerçekten son günümüzde de olsa şöyle istediğimiz gibi bir yer bulduk ya artık gönül rahatlığıyla eve dönebiliriz:) Neyse:) Yemek yedik, markette dolaşıp uçağı beklerken yemek için sandwich yapacak bir şeyler aldık. Sonra da yine bir taksiye binip otelin yakınına, Flora Fountain’a gittik.

Flora Fountain 1869’da yapılmış, beş ana yolun birbirine bağlandığı noktada duran bir heykel. Buradan bir yol doğruca Victoria Terminus, yani VT, yeni adıyla söylersem de CST’ye gidiyor. Bu isim değişiklikleri bütün Hindistan’da çok yaygın. İngilizlerin zamanında koyduğu isimlerin çoğu bugün ya değiştirilmiş ya da değiştirilmeye çalışılıyor. Süreç daha devam ettiği için de şu anda bir çok şeyin iki ismi var:) Mesela bir sürü insan Mumbai’ye hala Bombay diyor. Çoğu caddenin iki adı var. Mesela Kalküta’da kaldığımız otelin olduğu caddenin adı hem “Free School” hem de “KYD” olarak geçiyordu:) Buranın da iki adı var işte. VT ve CST:) Burası aslında bir tren istasyonu, ama değişik bir bina olduğu için, daha doğrusu istasyon ve çevresi Londra’daymış gibi bir his uyandırdığı için:) görülecek yerler arasında en başlarda sayılıyor.

VT’yi de şöyle bir dolaştıktan sonra geldiğimiz yoldan geriye, Flora Fountain’a, oradan da bizim otele yürüdük ve böylece Mumbai gezisini ve tabii Hindistan gezisini de bitirmiş olduk.

Otelde biraz oturduk, zaman geçirdik, sonra da bindik taksiye havaalanına geldik işte:) Şimdi de bekliyoruz bizi artık içeri alsınlar diye:) Sanırım artık birazdan alacaklar çünkü Türkçe konuşan bir görevli geldi:) Gidiyoruz:) Yarın bu saatlerde evde olacağız. İyi uykular:)

Bugünle ilgili fiyatlar, süreler, mesafeler, haritalar, diğer yararlı şeyler... için buraya tıklayabilirsiniz:)

No comments: