Thursday, January 25, 2007

Hindistan 13: 17 Ekim 2006-Kalküta

Bugünle ilgili fiyatlar, süreler, mesafeler, haritalar, diğer yararlı şeyler... için buraya tıklayabilirsiniz:)

Kalküta’dayız:)Bugün gezemedik, çünkü tren Kalküta’ya saat 15.00’te varabildi. Ama ben trenden başlayarak bugün yaptıklarımızı şöyle bir anlatayım. Gezilecek yerleri dolaşmaya yarın başlarız artık:)

Dün gece tren saat bire doğru geldi sonunda, bindik. Bir gittik yerimize ki iki kocaman adam bizim yataklara yayılmış, bir şeyler yiyip çöplerini de bir güzel yerlere saçmışlar. Neyse görevliyi çağırdık, o adamları başka bir yere gönderdi, bize de yeni çarşaf, yastık falan getirdi. Yerleştik yerlerimize uyuduk:)Sabah saat sekiz buçuk gibi trenin havalandırması çalışmaya başladı. Burada adet böyle. Uyanma saati gelince havalandırmaları insanın üstüne doğru çalıştırıveriyorlar, bu arada çaycılar da bağırarak dolaşmaya başlıyor. Herkes hemen uyanıyor tabii:)

Biz de uyandık, toparlandık, görevli hemen çarşafları falan topladı, tren bir gündüz havasına girdi:)Bu arada babamın yattığı yerdeki diğer yolcular da gitmiş. Kalktık oraya taşındık hemen. Zaten herkes sürekli hareket halinde. Güzel bir yer boşaldı mı hemen birileri koşup oturuyor. Biz de bu boşalan yere yayıldık işte, kapıdaki perdeleri de kapadık oturduk:) Bir ara bir adam gelip yemek ister misiniz dedi. İstedik. Bir süre sonra şu yandaki çok acı ve biraz daha az acı yemek, pilav ve chapati denen hamurdan oluşan yemek geldi:)O resimdeki sarı yemek, yani mercimek yemeği, sanırım en sevdikleri, ya da en kolay yapılan yemek, çünkü nereye gitsek onu veriyorlar:)Trendeki de fena değildi ama mesela Delhi’deki müzede yediğimiz daha lezzetliydi. Aslında bayağı güzel bir yemek. Bazen biraz fazla acılı oluyor ama işte tuzsuz ve yağsız pilavla karıştırıp acısını hafifletince iyi oluyor.

Yemeğimizi de yedik, tam şöyle üstüne çayla kahve arası içeceğimizi içerken duvardan sen bir hamamböceği geç:) Sonra bir tane daha. Sonra bir daha:) Gördüğümüz üç taneyi yakaladık neyse ki attık ama herhalde trendeki üç böceğin üçü de bize gelmiş olamaz:)Herhalde daha çok vardı onlardan ama baktık yapacak bir şey yok oturduk yine yerlerimize:) Ama neyse ki dün gece görmemişiz bunları yoksa ben çoktan çıkmıştım trenin tepesine:)Zaten öyle tren tepesinde giden bir sürü de insan var. Birlikte tıngır mıngır giderdik:)

Neyse böcekleri gördüğümüzde 15 saatlik yolculuğun 12 saati bitmiş, artık Kalküta’ya yaklaşmıştık da olay fazla büyümeden oturabildik. Bu arada tren güneye indikçe, camdan baktıkça gördüğümüz görüntü de değişmeye başladı. Yeşil alanlar, ağaçlar geçmeye başladık mesela. Halbuki kuzey kısımlar tamamen kahverengi, sarı renklerdeydi. Pek ağaç da yoktu tabii. Bir de güneye indikçe trenin durduğu istasyonlar da farklı görünmeye başladı. Kalküta’ya yaklaştıkça daha yeni, düzenli gibi görünen istasyonlar geçmeye başladık. Bir sürü de fabrika geçtik bu arada. Yani güneye gittikçe çevre değişmeye başladı. Hamamböceği savaşlarından çıkıp başımızı şöyle bir cama kaldırdığımızda bir anda sanki Afrika’ya gelmişiz gibi geldi:) Herhalde renkler benziyordu.

Neyse saat 15.00 gibi Kalküta’ya vardık. Trenin hemen yanında bir polis durmuş insanları sıraya sokuyordu. Bu herhalde Hindistan’da gördüğümüz ilk sıra olma olayıydı:) Daha önce ilk gelen binip gidiyordu:) Burası kuzeyden oldukça farklı herhalde. Daha pek çevreyi göremedik tabii ama işte şimdilik böyle gibi görünüyor. Zaten istasyondan şehre gidene kadar yollardaki görüntü de farklıydı. Bir kere burada trafik ışıkları var:)Tabii Delhi’de falan da vardı ışık, ama burada sanki daha çok uyuluyor gibi. Bir de burada pek rickshaw yok. Onların yerine kocaman sarı taksiler doldurmuşlar sokaklara. E hem trafik ışıkları, hem koca taksiler, hem otobüsler, trafik iptal olmuş tabii. Kısacık yolu bir saatte gidebildik trafik yüzünden. Hani bazen yabancı mimarlar şehir planlamacılar falan gelip İstanbul’un hiçbir yerine dokunmayın, kendine has bir dengesi var, bir şeyi düzenlerseniz her şey çöker falan diyor ya, burada aynen böyle olmuş işte:)Sorunları halletmek için kendi halinde ihtiyaca göre gelişmiş şeyleri düzenleyip kaldırmışlar burada. Her yere istediği gibi girebilen rickshawlar yok, insanlar her yerde yürümesin diye parmaklıklar yapmışlar(ama onlar yürüyor yine de tabii:)), ışıklar çalışıyor, yollarda polisler kurallara uyulmasını sağlamaya çalışıyor, kaldırımlar var.. Ve trafik çökmüş:) Sanki Kalküta’ya kat çıksalar ancak çözülür bu trafik sorunu gibi görünüyor:) Bir de yağmur yağıyormuş habire. Biz geldiğimizde de biraz yağıyordu ama pek her yer sırılsıklam değildi. Bakalım yarın falan yine yağarsa görürüz, yağmurda nasıl oluyor, ben de yazarım:)

Neyse trafiğin içinden zar zor çıkıp gitmek istediğimiz yerin olduğu Park Street’e geldik. Aslında gideceğimiz bir otel yoktu. Kalküta’ya gelmeye son anda karar verdiğimiz için plan yapıp bir otel seçmemiştik. Trende Lonely Planet’ı açtık, alışveriş merkezi olduğunu düşündüğümüz bir yeri seçtik. Böylece Kalküta’nın yeni bir kısmına gitmiş oluruz, orada çıkar dolanır bir otel buluruz diye düşündük. Hatta seçtiğimiz yerin yanında pizza hut da vardı:) Orada da yemek yeriz çok güzel olur falan diye düşünerek haritadan bulduğumuz yeri(Planet M), istasyon dışındaki prepaid taxi standındaki adama söyledik. O da baktı baktı, kağıda Park Street yazdı, Rs80’imizi aldı, bizi bir taksiye gönderdi.

Taksici trafiğin içinden kurtulup Park Street’e vardı tamam da bizim gideceğimiz Planet M’i bir türlü bulamıyor. İnip insanlara soruyoruz, bir yerler gösteriyorlar, gidiyoruz yok. En son annem gidip bir kıza sordu. O da telefonla arkadaşını arayıp Planet M’in yerini öğrendi. Kaç gündür ilk defa biri bize karşılığında bir şey istemeden yardım etti, çok sevindik:)Neyse kızın yaptığı tarife göre gittik ki meğer Planet M küçük bir müzik dükkanıymış:)Lonely Planet ne diye koymuş onu kitabına bilmiyoruz:)Hemen arkasında iki küçük alışveriş merkezi var mesela, shopping kısmına onları yazsa daha iyi olurmuş. En azında kolay bulunurdu:)Neyse işte Park Street’te üç tur döndükten sonra hemen yandaki Camac Street'e girdik, biraz ilerleyince solda Westside ve Pantaloons diye iki büyük mağaza gördük. Kızın tarifine göre burada olmalıydı. Kapıdaki görevlilere de sorup taksiden indik. Planet M’e şöyle bir bakıp koşarak yandaki pizza hut’a gittik, oturduk:)

Yemeklerimizi yedik, kaç saat trende oturmuşuz, oradan çıkıp trafikte çırpınmışız, şöyle bir kendimize gelelim diye bir çay kahve içtik:) Bu arada günlerdir üstümüzdeki uzun kollu, çizgili kumaştan Hindistan üniformalarımız burada biraz garip kaldı galiba. Yemekten sonra şöyle etrafımıza bir baktık, burada herkes kot, tshirt falan giymiş. Öyle kumaşlara sarınıp çıkan pek yok. Birkaç tane sarili kız vardı ama onlar da sanki dükkanlardan alınmış, şık olsun diye giyilmiş şeylere benziyordu. Genelde hep kısa kollu tshirtler giyiyor insanlar burada. Ama sivrisinekler hala her yerde. Bir sürü insan da Chikungunya’dan ölüyor. Yine en iyisi bizim gömleklerimiz herhalde. Hem hafif, hem ince, hem de sinekleri geçirmiyor:)

Neyse işte çaylarımızı içerken bir yandan da açtık yine Lonely Planet’ı yakında hangi oteller var diye bir baktık. YWCA yakın görünüyordu. YWCA, YMCA'in kadınlar için olanı, yani adında kadın geçeni işte. YMCAler de hep çok temiz, düzgün falan olur ya, bu da iyi olur diye düşündük. Yol sora sora oteli bulduk. Tam Park Street’in üstündeydi, yeri çok iyiydi. Ama odalara bir çıktık ki yatakların üstünde neredeyse kirden bir insan oluşmuş:)Oda fiyatı kaldığımız bir çok otelden fazla ama odada banyo ve tuvalet yok. Banyoda sıcak su yok… Çarşafları değiştirttik, hadi bu gecelik kalalım da yarın sabah yeni otel buluruz dedik. Telefonu şarj etmek için fişe taktık ki o da çalışmıyor. Müdürün odasına indik nedenini sormaya, adam "yaa evet, bir sorun var, hiçbir priz çalışmıyor dedi":) Müdürün odasındaki prizler bile çalışmıyordu:)Belki yemekhanedeki çalışırmış:)

Aynen kendimizi sokağa attık tabii:)
Bir çok otelin olduğu söylenen Sudder Street’e doğru yürüdük. Yine Park Street’e yakın Pushpak diye bir otel bulduk. Şimdi oradayız:)YWCA’den biraz daha pahalı ama en azından daha önce kaldığımız oteller gibi. Oda geniş, banyosu, tuvaleti, havalandırması falan var. Kablolu televizyon var. Gayet güzel yani. YWCA’den iyi ki kaçmışız:)

Otele yerleştikten sonra etrafta ne var ne yok diye bakmaya dışarı çıktık. Bir saat falan önce. Ama biz çıktıktan biraz sonra dükkanlar kapandı. Saat dokuz olduğunda açık dükkan kalmamıştı. Demek ki burada böyle erkenden evlerine çekiliyor insanlar. Biz de otelimize çekildik işte:) Yarın erkenden çıkar gezmeye başlarız.

İyi uykular:)

Bugünle ilgili fiyatlar, süreler, mesafeler, haritalar, diğer yararlı şeyler... için buraya tıklayabilirsiniz:)