Monday, December 25, 2006

Hindistan 1: 4 / 5 Ekim 2006-Delhi

Sonunda Hindistan’a ulaştık:) Uçak yolculuğu ve Delhi’ye gelişimiz biraz hareketli oldu gerçi ama başardık:)

Önce zaten rötarlı kalkan uçağımız, iniş takımlarındaki bir arıza! yüzünden geri döndü. Neyse sonunda uçak değiştirip yola çıktık, beş saat kadar sonra Delhi’ye indik. Tam pasaport kontrolünden geçerken bir fark ettik ki babam telefonunu düşürmüş. Telaş içinde nereye koşuşalım falan diye düşünürken neyse ki oradaki görevliye sorduk da uçağa kadar koşmadan telefonu bulduk. Meğer telefonu uçakta bulunca, bizim pasaport kontrolü sırasında telaşa kapılacağımızı düşünüp oradaki görevliye vermişler:) Adam yerimizi sorup hemen verdi telefonu. Zaten ilk defa yurt dışında yanımıza bir telefon almışız, nasıl konuşuluyor, işe yarıyor mu bilmiyoruz. Elimizde tek telefonla kalsak çok saçma olurdu yani.

Neyse. Bu olayı da hallettik, mutlu mutlu kontrolden geçerken bu sefer de bir aydır Hindistan gazetelerinde maceralarını okuduğumuz sivrisinekler üstümüze saldırmaya başladı. Orda bir sürü Hintli de vardı ama bunlar niyeyse artık bizim üstümüze üstümüze dalışlar yaptılar. Ama tabii biz de hazırlıklıyız. Hatta hazırlığı abartmış durumdayız:) Yanımızda 5 çeşit sivrisinek kaçırıcı var. Sinekleri görür görmez hemen çektik birinci silahımız olan bilek bantlarını, hieeeyt diye ilk akını savuşturduk. Bakalım bundan sonra neler olacak. Ama galiba bu spreyler, bantlar falan gerçekten işe yarıyor çünkü bugün o kadar dolaştık, bir sinek bile ısırmadı daha. Zaten bu sinek kaçırıcılar işe yarıyorsa bundan sonra ısırmaları da biraz zor. Üstümüzde sivrisinekler yaklaşamasın diye uzun kollu ince gömlekler, her tarafımıza off sprey püskürtmüşüz, bileklerimizde bantlar. Adamlar da halimizi gördükçe gülüp duruyor:) Bugün Red Fort’ta gezerken yetmemişse diye biraz daha sprey sıktık üstümüze, üç dört kişi geçti karşımıza şaşkın şaşkın bakıp gülmeye başladı. Ama gülsünler naapalım. Sinekler onlara gitmiyor ki, hep bize saldırıyor.

Havaalanında böylece sinekleri de savuşturduktan sonra, taksi aramaya başladık. Hindistan dışından gelen uçaklar genellikle gece yarısı indiği için havaalanından otobüse binmek pek mümkün olmuyormuş. O yüzden taksiyle gitmek gerekiyor. Ben de gelmeden önce bir ay o forum senin bu blog benim dolaşıp bilgi toplamıştım. Her tarafta havaalanından kesinlikle prepaid taxiye binin yazıyordu. Yoksa en iyi ihtimalle kazıklarlarmış. Bir kaç tane kaçırılan turist bile olmuş. Kesinlikle prepaid taksiyle gitmemiz lazım yani. Kararlı kararlı geldik prepaid taxi standının önüne, ama içerisi karanlık. Ne görevli var, ne önünde bekleyen var. Ne yapsak diye düşünürken babam bir daha içeri bir baktı ki adam yerde uyuyor:) Cama vura vura uyandırabildik neyse ki. Kaşı gözü bir tarafta geldi, gideceğimiz yeri fişe yazdı, parayı aldı, döndü yine gidip yattı:) Gerçekten ilginç insanlar. Sıcaktan mıdır nedir bilmiyoruz artık. Bu standın hemen yanında özel şirketlerin standları falan da vardı. Bu gitti yattı, onlar da nasıl canlı sabahın köründe. Yırtınıyorlar müşteri kapmak için. Belki de karşılıklı anlaşıp, devlet görevlisi olanı ortadan çekiyorlardır.

Böylece sonunda kağıtta numarası yazan taksiye binip yollarda sürekli korna çala çala Ajanta otele geldik. Adam bütün yol korna çaldı. Zaten burada arabaların üzerinde “horn please” yazıyor. Korna sesi Delhi’nin normal sesinin bir parçası gibi, sürekli var. Bir de, başka bir ara daha uzun anlatırım ama sürücüler gerçekten çok başarılı. O hengamede kimse birbirine çarpmıyor, hep teğet geçe geçe gidiyorlar.

Biraz da bugün nereleri gezdiğimizi falan anlatayım bari de diğer şeyleri sonraki günler anlatırım. Yorulduk bugün. Uçakta uyuduğumuz üç saat uykuyla bütün gün fır döndük ortada:)

Sabah otele yerleştik, duş falan yaptık, uzun kollu gömleklerimizi giyip, off spreylere bulanıp kendimizi sokaklara attık. Ben gitmeden önce bulduğum bütün Hindistan forumlarını, seyahat bilgilerini okuyup her gün için program çıkarmıştım. Önce nereye gidilir, oradan öbürüne yürünür mü, rickshaw kaça gider hepsini not almıştım. Çünkü birkaç seyahattir böyle yapıyoruz, gerçekten rahat oluyor. Bu sabah da elimdeki programa göre rickshawa binip Red Fort dedik. Adam çıktı yola, ama gidiyor gidiyor bir türlü Red Fort’a gelemiyoruz. Elimizde harita var, ona göre otelden yürüyüş mesafesinde. Parayı baştan konuşmuş olmasak kesin dolaştırıyor derdik ama para belli. Bizi ne kadar çabuk bıraksa onun için o kadar iyi yani. Ama adam dolaşıp durdu. Tam da anlamadık ama ya yolları karışık yapmışlar ya da elimizdeki haritalarda bir yanlışlık var. Bakalım yarın falan belli olur. Neyse işte sonunda Red Fort’a gittik, oradan da Chandni Chowk’a ve Jama Masjid’e. Bunlar üçü Eski Delhi’nin en önemli gezilecek yerleri(Bu arada Eski Delhi gerçekten eski:) Babam Chandni Chowk’ta dolaşırken yarın dönsek mi falan diye espriler yapmaya başladı:)Hem de Hindistan’a gelmek isteyen esas oydu. Bakalım yenisi nasıl, onu da yarın öbür gün görürüz artık:))

Red Fort sadece eski kısmın değil bütün Delhi’nin en önemli turistik yerlerinden biri aslında. Ama şu anda gerçekten kötü durumda. Görevliler bazı kısımları kapatmış, ellerindeki planlara, resimlere bakarak restorasyon yapmaya çalışıyordu. Umarım olur, çünkü şu anda pek de ilginç bir yer olduğu söylenemez. Beyaz mermerden avlularda dolaşıp biraz fotoğraf çekip oradan çıktık biz de. Bu beyaz mermerler zamanında değerli taşlarla süslüymüş aslında. Güzel görünüyordu herhalde. Ama İngilizler taşları söktüğü için artık taş falan yok. Yine de biraz bakılsaymış daha iyi olurmuş tabii. Duvarlar dökülüyor, her yer inşaat alanı gibi. Bir de nerede fotoğrafı çekilebilecek güzel bir görüntü var, illa ya bir poşet, ya bir çöp kutusu, girilmesin diye gerilmiş bir ip, yani kompozisyonu bozacak bir şey koymuşlar orta yerine. İnsan düzgün bir şey çekemiyor. Bu arada Red Fort’ta çok fazla asker vardı. Bakalım diğer yerlerde de öyle mi. Diwali de yaklaşıyor, herhalde terör saldırısı falan bekleniyorsa ondan. Çünkü her taraf asker dolu. Zaten daha kapıdan girer girmez bir asker silahını tam size doğrultmuş, kazara bir hapşırsa, o sırada kim geçiyorsa artık gidecek güme.

Neyse:) Red Fort’u gezip, karşısındaki Chandni Chowk caddesine girdik. Burası Eski Delhi’nin önemli bir caddesi. Üzerinde tapınaklar var ve eski kısmın diğer turistik yapısı Jama Masjid’e de buradan gidiliyor. Tabii bu kadar turistik bir yerde de satıcılar hellooooo sariiii diye insanı yoldan çevirmeye çalışıyor. Yine de Chandni Chowk turistik denemeyecek kadar karışık, gürültülü ve sıkışık bir yer. Koskoca caddeyi nasıl o hale getirebilmişler hayret doğrusu. Önce ikiye bölmüşler, sonra o iki parçayı da arabalar ve yayalar için bir daha ikiye ayırmışlar. Üstüne bir de çoluk çocuk, inek, maymun, rickshaw, köpek yolun ortasına dökülünce kocaman düz bir caddede yürüyecek yer kalmamış. Bu da bir beceri yani. Bu arada ilk Hintli maymunumuzu da burada gördük:) Büyük şişman bir maymun Chandni Chowk’un girişinde yolun ortasında oturuyordu. Onun oturduğu yerin arkasında da kuş hastanesi diye bir yer vardı. Jain inanışına göre bütün canlılar kutsalmış ve korunması lazımmış. Bu hastanede de kuşlar tedavi ediliyormuş (buradan bu hastaneyle ilgili bir yazıya ulaşabilirsiniz)

Chandni Chowk’ta farklı dinlerin tapınakları sıralanmış. Bu Jain hastanesi ve tapınağını geçince, biraz ileride de Sikh tapınağı var. Orada da küçük bir vukuatımız oldu tabii bizim:) Yerde bir su var, insanlar dua edip o suyu içiyor. Biz de o kalabalıkta şaşkın şaşkın içeri bakarken yanlışlıkla yerdeki suyu görmeyip içine basmışız. Hemen yarı çıplak göbekli bir adam gelip elinde mızrağıyla bizi nazikçe:) kovaladı. Biz gidene kadar da etrafımızda döndü durdu. Biz de tırıs tırıs olay yerini terk ettik tabii:) Ama su yol ortasında olduğu için habire içine basan oluyordur herhalde. Napalım turistiz biz de. Olacak o kadar:)

Sikh tapınağını geçince ileride bir tapınak daha var ve sol tarafa doğru giren yollardan geçerek de Jama Masjid’e ulaşılıyor. Biz de mızraklı adam tarafından kovalanışımızın üstüne bir bardak soğuk kahve içip Jama Masjid’e gittik.

Chandni Chowk çok kalabalık, kirli, gürültülü ve yorucu bir yer ama ilginç. Aslında Red Fort’tan çıkışta rickshawcular gelip orada yürüyemezsiniz arabayla içinden geçseniz daha iyi olur falan demişti. Zaten yolda bizden başka yürüyerek dolaşan turist de yoktu. Ama biz iyi ki yürümüşüz. Çünkü öyle arabayla içinden geçip gitsek pek bir şey anlamazdık herhalde. Zaten Hindistan’da kalabalıktan ve pislikten kaçmak pek de mantıklı değil. Çünkü her yer kalabalık ve gerçekten kirli zaten. Nereye kaçacaksın ki. Hiçbir yere gitmemek lazım o zaman.


Neyse işte Chandni Chowktan yürüyerek Jama Masjid’e gittik.
Jama Masjid büyük kubbeli, avlusunda güvercinler uçuşan bir cami. Kubbesi biraz Kremlin Sarayını andırıyor. Aslında buraya gelmemizin en önemli nedeni minaresine çıkıp şehri yukarıdan görmekti. Yönümüzü çıkarabilmek için bildiğimiz binaları falan yukarıdan bir görmek istemiştik. Ama onu da yapamadık çünkü ayakkabılarımızı kapıdaki yığının içine bırakmamak için babamla biz ayrı ayrı girdik içeri. Minareye de kadınlar yanlarında erkek yoksa çıkamıyorlarmış. Sonuçta biz yukarı çıkamadık yani. (Bu arada biz annemle baktık minareye çıkamıyoruz, o kadar da para vermişiz içeri girmek için, bari etrafı iyice bir gezelim diye caminin Red Fort'a bakan kapısından dışarı çıktık. Alt bahçeye bir baktık ki şu solda bize sopasını kaldırmış olan çocuk ve arkadaşları kavga ediyor. Turistiz ya tabii. Ağğ ne güzel, Hindistan'da çete kavgası, fotoğraf çekelim falan diye konuşurken çocuklar bir anda bizi görüp kavgadan vazgeçip, bağırarak bize birşeyler söylemeye başladılar. Biz tabii yine olay yerini terk ettik hızla. Ama fotoğrafımızı da çekti yani:)) Babam çıktı geldi ama yön bulmaya yarayacak bir şey görünmüyormuş yukarıdan. Zaten anlaşılan her yere rickshawla gitmemiz gerekecek, yönümüzü bulmasak da olur herhalde.

Gelmeden önce ne nerede hemen çıkarırız, bir sürü yere yürürüz diye düşünmüştük. Çünkü baktığım haritalarda çoğu yer yürüyüş mesafesinde görünüyordu. Ama galiba burada yürüyerek dolaşmak pek kolay değil. Hem mesafelerde bir yanlışlık var gibi, hem de yollar güzel güzel giderken bir anda bir çöplük, sonra yerde yatan insanlar, sonra yine temizce bir bölge. Her şey yan yana yani. İnsan bir anda kendini çöplüğün içinde buluveriyor. Yönümüzü de çıkaramayınca yürümek biraz zor. Belki de ilk gün diye böyle olmuştur, zamanla alışırız. Bakalım.

Bugün Jama Masjid’i de gezince Eski Delhi’de gideceğimiz yerleri bitirmiş olduk. Rickshawa binip otele dönmeden önce bir şeyler yemek için Yeni Delhi’nin merkezine, Connaught Place’e gittik, sonra da otele. Connaught Place, İstanbul’da Taksim gibi. Çok canlı bir yer ve şehrin kalbi. Bir merkez ve onun etrafındaki daire şeklinde yollardan ve merkezden çıkarak bu daireleri kesen dik caddelerden oluşan çok düzenli bir yer. Ama yıkılacakmış galiba. Etrafta yenileme çalışmaları ve kapatılacak yollarla ilgili yazılar vardı. Yine de herhalde çok büyük bir değişiklik yapmazlar. Bir sürü yabancı marka, bankalar, ofisler, restoranlar, hepsi burada toplanmış çünkü. Biz de buradaki iki mcdonaldstan birinde yemek yedik ve şimdi de oteldeyiz. Mcdonaldslar burada çok işimize yarayacak herhalde çünkü yemeklerin hepsi çok acı.

Neyse. Bugünlük bu kadar yazayım. Yarın yine neler yaptığımızı anlatırım. İyi uykular :)

Bugünle ilgili fiyatlar, süreler, mesafeler... için buraya tıklayabilirsiniz:)