Saturday, February 3, 2007

Hindistan 17: 21 Ekim 2006-Mumbai

Bugünle ilgili fiyatlar, süreler, mesafeler, haritalar, diğer yararlı şeyler... için buraya tıklayabilirsiniz:)

Mumbai’yi dolaşmaya başladık:)

Bugün saat 10 buçuk gibi otelden çıkıp Gateway of India’ya gittik. Burası Mumbai daha Bombay’ken ve İngilizlerin yönetimindeyken şehrin kapısıymış. Gelen gemiler ilk bu kapıyı görür, buraya yanaşır, Mumbai’ye buradan girilirmiş. 1924’te İngilizler kenti terk ederken de bu kapıdan çıkmışlar. Şimdi artık sadece Elephant Island’a giden motorlar şehri bu kapıdan terk ediyor ama olsun:) Yine de Gateway of India, Mumbai’nin en önemli gezilecek yeri. Hindistan’a gelen turistler genelde filmlerde fotoğraflarda gördüğümüz Hindistan’a benzeyen kuzey kısımda dolaşıp, Goa gibi yerler dışında güneye pek inmediği için Mumbai de çok turist alan bir yer değil. Tabii buraya gelen de birçok turist var, bizim gibi:) ama yani kuzeye göre daha az. Bu az sayıdaki turistin de Mumbai’yi şöyle bir hemen görüp gitmesi gerekiyorsa, gitmesi gereken yer Gateway of India. Çünkü bu noktaya gelince görülecek yerlerin çoğunu görmüş oluyorsunuz:) Kapının kendisi önemli zaten, sonra hemen karşısında Taj Mahal Hotel var, burası da görülecek yerlerden. Biraz ileride Prince of Whales Museum var. Onunla aynı hizada Colaba denen, hediyelik eşyalar, ıvır zıvırlar satan cadde var. Ve tabii Elephant Island’a giden motorlar da buradan kalkıyor.

Biz de gezimize Gateway of India’dan başladık ve önce kapının etrafında biraz dolanıp, motorla Elephant Island’a gittik. Gateway of India için kitaplarda, halk burada toplanır, buluşma noktasıdır gibi şeyler yazıyordu. Herhalde gittiğimiz saatle de ilgili tabii ama biz oradayken sadece kocaman balonlar ve şapkalar satan satıcılarla, turistler vardı kapının çevresinde. Satıcılardan kaçışa kaçışa kapının etrafında şöyle bir döndükten sonra bilet alıp adaya giden motorlara bindik. Bilet satan iki kulübe ve insanı kulübeye ulaşmadan çevirmeye çalışıp ellerindeki bileti satmaya çalışan insanlar vardı. Öyle göz göre göre sahte bilet mi satıyorlar, yoksa adamların düzeni mi böyle anlamadık ama resmi olduğunu düşündüğümüz yerden biletimizi alıp, motora bindik.

Yol tam bir saat sürdü. Bir ara askeri gemilerin olduğu bir yerden ve sonra da gaz kokusu gelen, muhtemelen lpg tankı falan olan bir yerden geçip adaya ulaştık. Bu arada yol boyunca sürekli yanımızdan kelebekler uçtu. Nereden çıkıp geldiler anlamadık. Denizin ortasında bir anda yanınızdan uçmaya başlıyorlar. Uzun bir süre yanınızda geliyorlar, sonra yavaş yavaş denize yaklaşmaya başlayıp sonunda da yorulup suya düşüyorlar:( Sonra yenisi çıkıyor. Buraların yunusu da bu kelebekler herhalde:)

Elephant Island’a varınca önce biraz yürüyüp bir kapıya geldik. Rs5’e adaya giriş biletini aldık ve karşımıza çıkan 500 metrelik merdivenlerden tırmanmaya başladık. Bir yandan da adamlara gülüyoruz. Sen turistlere bu kadar yol getir. Motora Rs120 al. Burada artık gelmişler bir kere, ne istesen verecekler, ondan sonra esas giriş biletini Rs5’e(150 kuruş ediyor) sat diye:) Tabii merdivenlerin sonunda durum anlaşıldı:) Meğer bu bizim ilk verdiğimiz Rs5 sadece, bu tırman tırman bitmeyen dik merdivenler ve yol boyunca dizilmiş hediyelik eşya standları içinmiş:) Esas kapı yukarıda, Elephant Caves’in yani mağaraların girişindeymiş. Bilet de Rs250+içeri kamera da sokacaksanız Rs25:)

Aldık ikinci bileti de içeri girdik. Elephant Island adanın adı ama burada asıl görülecek yer bu yukarıdaki Elephant Caves. Bunlar MS 450-750 yıllar arasında yapıldığı sanılan içlerinde taşlardan oyularak yapılmış çeşitli büyük heykeller olan mağaralar. Hemen girişte karşımıza çıkan mağara en büyüğüydü. İçinde kocaman Shiva heykelleri vardı ve ilginç bir yerdi. Ama sanırım bazı kısımlarını yeniden yapmışlar. Oradaki görevliye sorduk, o da iki sütun dışında her şey eski dedi, ama bazı yerlerdeki taşların içinde demirler vardı.

Neyse mağaraları dolaştık, çıktık dışarı, biraz oturup bir şeyler içtik ve sonra yine geldiğimiz gibi merdivenlerden aşağı indik. Bu arada ben de kendime bir Ganeshli tshirt aldım. Çünkü artık yarın gidiyoruz buradan, hala şöyle Hindistan’ı hatırlatacak değişik, küçük bir şey bulup alamadık. Bir buzdolabı süsü bile yapmamışlar:) Ganeshli tshirt iyi oldu ama. Ganesh bir Hindu tanrısı. Fil şeklinde ve şans, mutluluk, akıl gibi iyi şeylerin hepsinin altından kendisi çıkıyor:) Ayrıca da çok sevimli:) Aslında benim bu tshirtü aldığım yerde bir sürü komik tshirt de vardı. Ben bu filliyi aldım ama mesela bir tanesinde Hindistan’da nasıl 24 saat içinde deveye dönüşülür yazıyordu. Altında da 24 karede, yani Hindsitan’da geçirdiğiniz ilk 24 saatte şaşıra şaşıra nasıl şeklinizin değiştiği ve en sonunda bir deveye dönüştüğünüz gösteriliyor. Sonra bir de “omlette” vardı. Om ayrı yazılmış, Lette ayrı. Altında da ruhun gıdası yazıyor:) Bir de deli gibi giden rickshawlarla, kalabalıkla ilgili espriler olan tshirler vardı. Güzel bir dükkandı yani:)

Sonunda merdivenlerin sonuna ulaştık. Motorun olduğu yere bu sefer arada çalışan küçük trenle gittik. E o kadar merdiven inip çıkmışız tabii bu sıcakta. İnsan 200 metre de olsa yürümeden, oturarak gitmeyi tercih ediyor:) Motora bindik ve yine bir saatlik yolculuğun sonunda Gateway of India’ya döndük. Balon satıcıları üstümüze doğru koşmaya başlayınca kaçarak uzaklaştık:)

Hemen yolun karşısında Taj Mahal Hotel vardı. Kitapta yazdığına göre 100 yıl önce Hintli bir işadamını Mumbai’deki bir Avrupa oteline almamışlar. O da siz beni almazsanız ben de kendi otelimi yaparım deyip Taj Mahal Hotel’i yapmış:) Şimdi Taj Mahal Hotel, Mumbai’nin en ünlü oteli. Hatta gezilecek yerler arasında adı geçiyor:) Biz de girdik içine, şöyle bir dolandık ve çıkıp iki sokak arkadaki mcdonaldsa gittik:)

İki sokak arkası dediğim yer de Colaba Causeway. Yani başka bir gezilecek yer. Yemekten sonra burada da biraz yürüdük, dolaştık. Okuduğuma göre burada sanat galerileri ve hediyelik eşya satan dükkanlar olması lazımdı. Biz sadece hediyelik eşya dükkanlarını görebildik ama yine de canlı bir yerdi.

Colaba’da dolaşmamız da bittikten sonra bindik bir taksiye önce Churchgate istasyonuna gittik. Buradan trene biner şehrin yeni kısımlarına gideriz diye. Ama hem iş çıkışı olduğu için çok kalabalıktı hem de bilet parası oraya taksiyle gitsek vereceğimizden çok tutacaktı, biz de vazgeçtik. Çıktık yakındaki diğer gezilecek yerlere bir baktık. Önce Fashion Street’e sonra da Chor Bazaar’a. Fashion Street, bildiğimiz, üstüne marka basılmış sahte malların satıldığı pazar yeriydi:) Tabii benim okuduğum forumlara falan yazanlar genelde Amerika ve Avrupa’dan olduğu için ne bilsinler, markaları görünce gerçek sanmışlar:) Her yerde yazıyordu, en ünlü markalar çok ucuza satılıyor falan diye:) Bir gittik bildiğimiz pazar:) Bir ara bizde de lacoste böyle satılırdı ya. Avrupa’dan falan gelenler bir sürü alıp ülkelerine götürürdü:)

Fashion Street’te bir şey yoktu yani. Bindik bir taksiye bu sefer de Chor Bazaar’a gittik. Burada da eski eşyalar, eskiden hippilerin parasız kaldıkça sattığı eşyalar, ıvır zıvırlar satıldığını okumuştum. Bizim gittiğimiz yer iftar telaşı içinde bir Müslüman mahallesiydi:) kimsenin bir şey satmakla falan ilgilendiği de yoktu tabii:) Orada da yapacak pek bir şey bulamadık yani. Bari binelim bir taksiye de şu Malabar Hills’teki parklara gidelim dedik.

Mumbai’nin gezilecek yerleri arasında iki de park geçiyordu. Kamala Nehru Park ve Hanging Gardens. İkisi de dün gitmeyi düşünüp de gitmediğimiz Malabar Hills’te. Burası Mumbai’de yaşayan zenginlerin oturduğu bölgeymiş ve bu parklar da özellikle bütün sahil şeridini gören manzaralarıyla ünlüymüş. Taksiciye zar zor nereye gitmek istediğimizi anlatıp, taksimetreyi de açtırdık. Adam her zamanki gibi bizden çok para istedi ama Mumbai için taksimetre okuma çizelgesi vardı yanımızda:) Hemen soktuk adamın burnuna nonono diye:) Taksiden indik, parka girdik. Ama bir kere daha anlatılanla gerçekte olan tutmadı:) Meğer iki park da en fazla 300 metre genişliğinde, insanlar akşamları biraz çime bassın diye yapılmış yerlermiş:) Gelmişken biraz etrafa bakındık. Bir o parka bir diğerine gittik, o sırada da saat yediye yaklaşmaya başladı.

Dün otelci söylemişti. Diwali kutlamaları saat 7, 7.30 gibi başlar, Malabar Hills ve bütün sahil şeridinde zengin aileler birbirleriyle yarış yapmak için havai fişek atar diye. Siz saat 7.30 gibi kendinize güvenli bir yer bulup saklanın, öyle seyredin demişti:) Öyle kaçıp saklanacak korkunç bir durum yoktu:) ama gerçekten de saat 7 gibi havaifişek atmaya başladılar:) Biz de bir taksiye binip otele döndük. Biraz otelden seyrederiz, sonra da duruma göre neresi hareketliyse oraya gideriz diye.

Diwali Hindistan’ın en önemli festivallerinden biri. Hatta Hinduların yeni yılının başlangıcı. “Festival of Lights” diyorlar. Saatlerdir süren havaifişek gösterilerinin nedeni de festivalin ışıkla olan bu bağlantısı. Sanki biraz abarttılar ama neyse:) Diwali 5 gün sürüyor, genelde Ekim ya da Kasım’a denk geliyor. Belli bir tarihi yok çünkü bizdeki bayramlar gibi zamanı her sene değişiyor. Mesela bu yıl 21 Ekim’de başlıyor, gelecek sene, yani 2007’de de 9 Kasım’da başlayacakmış.

Diwali artık temelinde yatan anlamı kaybedip bir alışveriş çılgınlığına dönüşmeye başlamış. Biz bunu anlayacak kadar burada kalmadık tabii, ama kaç gündür bütün gazete ve televizyonlarda bundan söz ediyorlar:) Diwali çok değişmiş:) Hatta bu sabahki gazetede buranın bazı ünlü şarkıcı ve oyuncuları “aaaah ah, nerde o eski bayramlar” ve “çocukken Diwali’yi bütün yıl beklerdim” başlıklı, bize gayet tanıdık gelen röportajlar yapmışlardı:) Aaah ah, eski Diwaliler de yok artık:) Ama gerçekten de alışveriş çılgınlığı tanımı doğru. İstatistiklerle falan anlatıyorlardı dün. Altın satışları Diwali zamanı iki katına çıkıyormuş. Beyaz eşya, araba gibi şeyler de Diwali döneminde her zamankinden çok satıyormuş. Şimdi verdikleri sayıları hatırlamıyorum ama gerçekten çok fazlaydı. Neredeyse alınacak ne varsa Diwali zamanı alıyorlarmış yani:)

Ama tabii Diwali aslında bir alışveriş festivali değil. Işık festivali. İnsanlar evlerinde hazırladıkları köşelerde özel Diwali mumları yakıyorlar, balkonlarına, sokaklara çeşit çeşit Diwali fenerleri asıyorlar. Bir de havaifişekler var tabii. Her yeri kaplayan bu ışık, iyinin kötüyü yenmesini simgeliyormuş. Evlerde yakılan mumların, balkonlardaki fenerlerin kötülüğü o evden uzak tutacağına inanılıyormuş. Kaküta’dan Diwali’yle ilgili bir kitap aldım. Biraz daha fazla şey öğrenebilirsem Diwali’yle ilgili daha fazla şey anlatırım, ama şimdilik bu kadarını biliyorum:)

Bir de saat 12’ye yaklaşırken hala havai fişeklerin bitmediğini biliyorum tabii:) Saat sekiz gibi otelde biraz dinlenip çay içiyorduk ki havai fişeklerin artık bayağı şiddetlendiğini fark ettik. Elimizde çaylarımız otelin çatısına çıktık:) Yukarıda koltuklar falan da vardı, oturduk bir güzel hemen karşımızdaki kriket stadyumundaki gösteriyi seyrettik:) Çaylarımız bitince sahil yoluna gittik. Her yerden fişekler, maytaplar fışkırıyordu. Ama birkaç yerden özellikle çok güzel, büyük havai fişekler patlatıyorlardı. Onlar herhalde bizim oteldeki adamın söylediği birbiriyle yarışan ailelerdi:) Onların dışında da bir sürü insan ne bulursa patlatıyordu ama. Herhalde bu gece fazla ortada dolanmamak lazım. Sahilde gösterileri izleyen insanlarla birlikte biraz durduktan sonra baktık bir çok insan da oradaki dondurmacıdan dondurma alıp bizim otelin yolunda yürüyor. Madem adet böyleymiş biz de hemen aldık dondurmalarımızı yürümeye başladık:) Bu arada da her geçtiğimiz yerde arkamızdan bir şey patladı. Bazı parçalar da patlamadan kalıyor mudur nedir. Her yer patır patır patlıyordu. Yolda şöyle bir gidip gelip, dondurmamızı bitirip, bir de dün aldığımız güzel kekten alıp otele döndük:) Şimdi saat 12’ye geliyor ve hala her yer patlıyor:)

Bugünle ilgili fiyatlar, süreler, mesafeler, haritalar, diğer yararlı şeyler... için buraya tıklayabilirsiniz:)