Thursday, January 11, 2007

Hindistan 8: 12 Ekim 2006-Agra

Tac Mahal’i gördük:)

Bugün sabahın altısında kalkıp bindik rickshawa, tıngır mıngır Tac Mahal’in kapısına gittik. Daha doğrusu kapısının yakınlarında bir yere. Çünkü kapının önüne kadar rickshawlar gidemiyormuş. Biz de bir 100 metre kadar önce inip kapıya doğru yürüdük. Bu arada da Lonely Planet’ın kitabında ve forumlarda herkesin bahsettiği Tac Mahal manzaralı denen otellerin bazılarını görmüş olduk. İçleri nasıl bilmiyoruz tabii de dışları pek şahane değildi:) İyi ki Tac Mahal manzarası falan diye tutturmayıp bizim otele gitmişiz, yoksa şimdi fıldır fıldır otel arıyor olacaktık herhalde:)

Yol üstünde gördüğümüz oteller biraz fazla küçük ve eski görünüyordu ve kimse binaya yaklaşmasın diye uğraşıyor gibi görünen bir maymun çetesi tarafından ele geçirilmişlerdi:) Hepsi böyle değildir herhalde bilmiyoruz da bizim gördüklerimiz pek otele benzemiyordu yani. Zaten Hindistan’daki otellerde penceresiz oda diye bir şey var. Burada fiyatlar tuvalet ve banyodan çok pencere ve havalandırma olup olmamasına göre değişiyor. Bunların olup olmamasına göre bazen bir yerde Rs100’e de kalınabiliyor Rs1000’e de. Neyse ki şimdiye kadar penceresiz bir odaya rastlamadık. Daha önce Hong Kong’da başımıza gelmişti çünkü, mecburen “gece açık hamburgerciler ekseninde Hong Kong’un gece hayatı, uyuşturucu satıcılarının çalışma şekli ve sorunları” başlıklı çalışmamızı yapmak durumunda kalmıştık sabaha kadar:) Sabaha kadar bir biz vardık hamburgercide bir de işte o telefonu çaldıkça motosikletle hemen bir yere kadar gidip gelen siyah deri ceketli adam ve arada bir gelip giden arkadaşları:)

Neyse:) Tac Mahal’in kapısına ulaştık ve biletimizi aldık. (Bu arada 3 kişi otele Rs500 verdik, Tac Mahal’e bir kişi Rs750’ye giriyor. Koskoca Tac Mahal tabii:)) İçeri hiçbir şey sokmuyorlar. Kalem, su, ciklet, leke bırakacak ne olursa işte. Gerçi pek üstümüzü aramadılar ama cama yazmışlar yasak diye. O yüzden de bari insanlar susuz kalmasın diye düşünmüşler, biletle birlikte bir şişe de su veriyorlar:)Bir de Tac Mahal’in içindeki mezar kısmına girerken kullanmak için galoş. Ondan sonra da hafif bir güvenlik kontrolünden geçip iç avluya giriyorsunuz. Burada saat dokuzdan sonra, Delhi’den çıkan turist grupları gelmeye başlayınca çok kuyruk oluyormuş. Biz girdiğimizde daha saat yediydi. Kimse yoktu. Ama gerçekten birkaç saat sonra ortalık kalabalıklaşmaya başladı.

Saat yediydi, kalabalık yoktu ama biz de film çekimine rastladık içeri girerken:) Bir koltuğu eksik olan Japon bir yönetmen ve ekibi, bir adamcağızı turuncu bir beze sarmalamışlar, eline de bir sopanın ucuna bağlı bohça gibi bir şey vermişler, Tac Mahal’in kapısında bir sağa bir sola yürütüyorlardı:) Bir gün televizyonda falan bugün çekilen filmi görürsek ağğğ biz de oradaydık deriz artık:) Neyse. Adam kapıdaki yürüyüşünü bitirip, bu sefer de herkesin çektirmek için itişip kakıştığı ünlü Tac Mahal fotoğrafı noktasında yürümeye başlayınca, zaten aceleyle hemen gezip gitmeye çalışan 40 kişilik bir turist grubu gologologogogloglgo diye özetlenebilecek şiddetli bir ses çıkararak yönetmenin etrafını çevirdi:) Bu sabah sabah enerjik ve de sinirli grubu gören ekip de kenara çekildi neyse ki:) Hadi bizim zamanımız var bekleriz de, gruplar için gerçekten de hiç hoş bir durum değildi. Gelmişler dünyanın bir ucundan TacMahal Tac Mahal diye. Zaten 40 kişinin 40’ı da sırayla aynı noktada durup arkasında Tac Mahal’le fotoğraf çektirecek, e zamanları da az. Saatlerce burada kalacak değiller. “Gologloglgolo”da haklıydılar yani:) Hem zaten sabah güneş doğarken daha güzel oluyormuş Tac Mahal, turistlerden biraz önce gelip çekseymiş onlar da. Ağğğ! :)

Film çekimini atlattıktan ve öfkeli turist grubunun geçmesini bekledikten sonra biz de kendimize bir "ünlüüü su yansımalı Tac Mahal fotoğrafı" çekip dolaşmaya başladık:) Bir Tac Mahal fotoğrafının en önemli öğesi olan:) bu küçük havuzlarda, aslında fıskiyeler çalışıyormuş normalde. Ama tabii o zaman ne yansıma kalıyor ne birşey. O yüzden de arada fıskiyeleri kapatıyorlarmış ki insanlar fotoğraf çeksin rahat rahat. Neyse ki biz oradayken fıskiyeler kapalıydı da bir sürü yansıma fotoğrafı çektik, çok mutluyuz:)

Yeterince yansıma yakaladıktan sonra giydik galoşlarımızı, bahçeden Tac Mahal’e çıktık. Tac Mahal güzel tamam, ama etrafındaki koskocaman boş alan da bu güzelliğinde çok etkili galiba. Etrafında o kadar geniş bir alan var ki, yürüyen herkes haliyle karıncaya dönüşüyor, Tac Mahal de kocaman zaten. İnsan bir bakıyor, kocaman, güzel, beyaz bir bina ve karıncalar:) Etkileniyor tabii:)

Tac Mahal’i gezerken bir rehber tutmadık biz. O yüzden de Tac Mahal hikayelerini çok bilmiyoruz. Zaten o hikayeler her yerde de var aslında ama yanımızdaki adam anlatırken bir ara bir şey duyduk. Onu anlatayım bari. Tac Mahal'in en içteki mezar kısmının duvarlarındaki taşlar dünyanın dört bir yanından Tac Mahal için getirilmiş. Mermer oyulduktan sonra bu değerli ve yarı değerli taşları mermere gömmüşler. Zaten bu mermere kakma işi Agra’nın en önemli hediyelik eşya konusu. Tac Mahal’in dış duvarları da iç duvarları da beyaz mermere kakma taşlarla süslü. O yüzden Agra’da bir sürü böyle hediyelik eşya satılıyor. Hatta dün rickshawcunun bizi sürüklediği dükkanda küçücük bir kutu sorduk, ucuz bir şeyse alalım bari diye. 300 YTL’ye satılıyordu:) Herhalde Hindistan’da şimdiye kadar gördüğümüz en pahalı şey bunlardı. Daha büyük boy kutuları sormadık artık tabii:)

Bir hikaye de ben evdeyken okumuştum. Onu da anlatayım:) Şah Cihan aşkından mı yoksa artık karısının vasiyeti üzerine mi belli değil ama işte Tac Mahal’i yaptırdıktan sonra, karşısına da kendisi için bir mezar yaptırmak istiyormuş aslında. Zaten Tac Mahal’de her şey simetrik. O mezar da Tac Mahal’in simetriği olacaktı herhalde. Aslında ne güzel olurmuş. Onu siyah mermerden yapacakmış, bu da beyaz. Böyle karşılıklı bunlar duracakmış. Ama Şah Cihan kendi Tac Mahal'ini yaptıramadan çocuklarından biri yönetimi elinden alıp, onu da Agra Fort’a hapsetmiş. Bu arada Agra Fort dün gittiğimiz, uzaktan güzel güzel Tac Mahal’i gören yer. Böylece Şah Cihan da işte ölene kadar burada Tac Mahal’e karşı oturmuş durmuş. Sonunda ölünce onu da Tac Mahal’e, eşinin yanına gömmüşler. Bu yüzden de her şeyin simetrik olduğu Tac Mahal’de mezarların olduğu kısım simetrik değilmiş. Gerçekten de baktık değildi:) Daire şeklindeki mezar odacığı içinde ortada bir tabut var, onun bir yanında bir tane daha var. Ama öbür yanı boş olunca daireler, ortalamalar falan bütün denge bozulmuş tabii. Sen yönettin ben yönettim derken yazık olmuş kadının mezarına.

Bir de yakın zamanda Tac Mahal’in dışına bir hava kirliliği ölçüm aleti koymuşlar. Onun verdiği sonuçlara bakılırsa kadının mezarına yazık olmaya devam ediyor. Hatta bırak Tac Mahal’i, herkese yazık oluyor. Hava kirliliği dolayısıyla Tac Mahal’in mermerleri renk değiştiriyormuş falan ama oradaki göstergeler doğruysa, olay yerinden hemen koşarak uzaklaşsak iyi olacak:) Olması gerekenin çok üstündeydi bütün değerler. Dünden beri boğazımız da ağrımaya başladı. Acaba hava kirliliğinden olabilir mi ki. Babamın sesi de kısılıyor. Neyse ki fazla kalmayacağız ama o yüzden olduysa yazık burada yaşayan insanlara.

Burada bir de çöp yakma adeti çıktı başımıza. Herhalde diğer şehirlerde de yakıyorlardır da biz burada otelin önünde yakılınca fark ettik durumu. O yol kenarına yığdıkları çöpleri bütün gün inekler, köpekler, domuzlar falan eşeliyor önce. Aradan buldukları yeşillikleri falan yiyorlar. Akşam da birileri gelip kalan çöpleri yakıyor, hep beraber bir güzel duman içinde oturuyorlar. Şu anda aşağıda yanıyor mesela, bütün koku içeri doldu. Her yer böyleyse hava kirlenir tabii. Kağıtlar, plastikler hepsi birden yanıyor. Bakalım sabaha kadar sürecek mi.

Neyse Tac Mahal böyleydi işte. Güzeldi, insanlar karınca gibiydi, beyazdı, simetrikti, hava kirliliği ölçüm cihazı vardı. Bir de bahçesinde inekler vardı:)Az daha unutuyordum. Dekor olsun diye mi getirdiler bilmiyoruz ama biz çıkarken bahçeye üç dört inek getirdiler. İçeri kalem bile sokmuyorlar ama inekler lalalaaa diye dolaşıyor içeride, bahçeyi yiyerek:) İnekçikler ortada dolanmaya, insanlar da inekli Tac Mahal fotoğrafı için ineklerin üstüne üstüne koşmaya başladı:) Biz de iki tane çekip Tac Mahal’den çıktık:)

Bu sefer farklı bir yerden gidelim diye girdiğimiz kapının karşısındaki kapıdan çıktık, satıcıları nonononono diye püskürtüp etrafta biraz yürüdük. Gelmeden önce forumlarda falan, kanalizasyon sokaklardan akar diye okumuştuk, ama bugüne kadar rastlamamıştık daha. Burada kanalizasyon gerçekten daracık sokağın hemen yanından akıyordu. Bir de burada köpekler biraz sinirli galiba. İlk defa kavga eden köpek gördük. Delhi’de de Jaipur’da da her yer köpek doluydu. Burası da öyle. Ama özellikle Delhi’deki köpekler o kadar sakindi ki, burada kavga eden köpek görünce şaşırdık. Delhi’de her sokakta 20 tane falan köpek vardı. Hepsi de ince, narin yapılı, tazı gibi, burunları ince uzun, küçük kafalı, ince patili, çok güzel köpeklerdi. Sanki tazı karışmış gibi ırklarına. Belki de cinsleri böyledir, bilmiyoruz ama gerçekten çok güzellerdi. Sesleri de çıkmıyor. Hepsi bir yerde kıvrılmış güzel güzel uyuyor:)Nasıl olsa bütün gittiğimiz şehirlerdeki köpekler öyledir diye düşünmüştük ama değilmiş meğer. Jaipur’daki köpekler o kadar ince, narin falan değildi. Buradakiler de kavga etmeye başladı işte. Demek onlar Delhi köpeği:) Ama çok güzellerdi gerçekten. Biraz da açlıktan zayıftılar tabii, ama özellikleri zayıflık değildi yani. Şişmanlasa da öyle incecik olur onlar herhalde. Böyle yassı uzun kafacıkları falan. Tazıya benziyorlardı işte. Keşke bir fotoğraflarını da çekseymişiz. Nasıl olsa sonra çekeriz diye çekmemiştik. Bunlar da başladı kavgaya:)Neyse. Tac Mahal’in çevresindeki sokaklarda biraz dolanıp, saat dokuz gibi rickshawa bindik ve uyumaya otele gittik. Zaten bugünlük gezecek çok yer de kalmamıştı.

Öğleden sonraya kadar uyuduk. Kalkıp yemek yedik ve Agra’nın, ilk gün rickshawcunun bizi götürmediği pazarlarını dolaşmaya gittik. Önce Kinari Bazaar’a, yani Agra’nın eski kısmının pazarına gittik. Kinari Bazaar, Jama Masjid’in çevresindeki dar sokaklardan oluşuyor ve her şeyin satıldığı küçük küçük dükkanlarla dolu. Çorapçılar, plastikçiler, etçiler, kumaşçılar, her şey vardı. Ama çok kalabalıktı. Biraz dolandıktan sonra bindik bir rickshawa bu sefer de şehrin yeni kısmının pazarına gittik. Yani Sadar Bazaar’a. Nedense herkes Sadar Bazaar çok kötüdür, pahalıdır, gitmeyin falan diyordu. Halbuki bir şey olduğu yokmuş, iyi ki gittik. Dükkanlar pahalı mıydı bilmiyoruz ama zaten dükkan dedikleri bir yabancı marka, bir beyaz eşyacı ve bazı giyim eşyası satan yerlerdi. Çünkü diğerleri zaten bakkal, pizzacı gibi dükkanlar. E beyaz eşya da alacak değiliz herhalde Agra’dan:) İyi ki gitmişiz yani. Burada kaldırım bile vardı:)Kinari Bazaar’dan sonra kendimize arabalardan ve motosikletlerden kaçabilecek bir yer bulmamız çok iyi geldi doğrusu:) Üstüne bir de soğuk kahve içtik mcdonaldsta. Şimdi de oteldeyiz işte, aşağıda yanan çöplerin dumanını içimize çekiyoruz:) Havalar nasıl olursa olsun sizin havanız temiz olsun:)İyi uykular:)

Bugünle ilgili fiyatlar, süreler, mesafeler... için buraya tıklayabilirsiniz:)