Thursday, March 15, 2007

Temizlik ıvır zıvırımız

Hindistan’a gitmeden önce ne bulursak okuyup, daha önce giden bir sürü insanla konuştuğumuz için kendimizi pisliğe alıştırmıştık. Herkes çok pis çok pis deyip duruyordu. Bir çok insan da Mısır’a gittiniz mi, işte oranın biraz daha kirlisini düşünün falan demişti. Forumlarda da yolların yanından akan kanalizasyonları, Ganj’da yüzen cesetleri, inekleri, domuzları okuyup fotoğraflarını gördükten sonra kafamızda genel bir fikir oluşmuş oldu:) Biz de böylece sivrisinek ve sıcak için olduğu gibi pislik konusu için de önceden hazırlanıp gittik.

Çantamızda sabun, şampuan gibi her zamanki şeylerin yanında bir de herkes için bir torba galoş, kolonyalı mendiller, pürel, yaprak sabunlar, kağıt yatak çarşafları ve yastık kılıfları vardı. Özellikle çarşaf ve yastık kılıfı kısmı garip geliyor evet ama gerçekten çok işe yaradılar:)

Aslında Hindistan düşündüğümüz kadar da pis çıkmadı. Yani daha doğrusu benim için öyle çıkmadı. Herhalde gitmeden önce bununla ilgili fazla şey okuyup kendimi çok daha kötü bir duruma hazırladığım için olsa gerek. Gitmeden önce duyduklarımız o kadar kötüydü ki olmazsa hiçbir yere dokunmadan dolaşırız, o da olmazsa döneriz falan demiştik:) Bir de babamın lisedeyken bir etkinliğe katılmak için Delhi’ye gittiği sırada görüp anneme anlattığı görüntüler vardı ki, bunlar da duyduklarımıza renk katıyordu doğrusu:) Babam üç gün uğraştıktan sonra sonunda bir tren bileti alarak Tac Mahal’i görmek için Agra’ya gideceği trene binmeye istasyona gitmiş ki, bir de ne görsün:) bütün istasyon yerde beyaz bezlere sarılı olarak hareketsiz yatan insanlarla dolu. Aynen geri dönüp olay yerini terk etmiş tabii:) Haliyle insanlar sadece uyuyor muydu, yoksa Varanasi’ye yakılmaya götürülenlere falan mı rastladı bilmiyoruz ama böyle de bir anı vardı elimizde yani:) Onlar canlıysa ve yerde yatıyorsa da, ölü ve yakılmaya götürülüyorsa da kötü:) Neyse ki biz istasyonda ceset falan görmedik. Ama yerde yatan bir sürü insan vardı tabii. Çünkü trenler sürekli rötar yapıyor.

Çok pis değildi, dönmemiz gerekmedi, istasyonda ceset görmedik, ama yine de pisti. Orada dolaşırken babam sürekli neden forumlarda bu pislikten yeterince söz etmemişler dedi hep. Gerçekten de bir sürü yazı okudum, çevreyi tarif etmişler, neler var neler yok yazıyor, kanalizasyonu, inekleri anlatmışlar, fotoğraflar da durumu açıkça gösteriyor ama şöyle çok pisti falan diyen de olmamış. Ben de böyle yapmış olmamak için yazıyorum, duyurulur: pisti:) Ama bilmiyorum işte artık kendimi hazırlamamdan mı yoksa o kadar pisti ki insan alışıyor mu neyse artık bana o kadar da rahatsız edici gelmedi. Aslında oradayken de düşündüm, şimdi de öyle düşünüyorum, sanki temiz bir pislik anlayışları var gibi:)

Daha açık anlatmam gerekirse şöyle ki: Tamam her yer çöp dolu, her şeyi sokağa atıyorlar falan ama onlar da sürekli bir dönüşüm içinde, bulaşmıyor yani. Çöplerin yığın halinde durduğu yerler var, ama hayvanlar geceleri oralara gidip onların bir kısmını yiyor ve en azından açlıktan ölmekten, ya da kendi aralarında kavga etmekten kurtuluyor. Geri kalanı da müthiş bir hava kirliliği yaratarak yakıyorlar(bunu sonra anlatırım gerçekten çok kötüydü, önce boğazımız ağrımaya başladı, yolculuğun ortasında da sesimiz kısılmıştı) Yolun yanından akan kanalizasyona Agra’da rastladık. Tamam akıyordu ama sanki bütün çöpler de onun içinde gidiyor gibiydi. Her yer çöp aslında, ama garip bir şekilde size değmeden akıp gidiyorlar. Tabii ki pis, sağlıksız falan ama en azından insan iğrenmiyor. Yani bana böyle geldi işte. Düşünüyorum da mesela o kadar çöp burada olsa herhalde durum çok daha kötü olurdu.

Bir de tabii denge meselesi var. Sanki mesela çöpleri yolun ortasından bir kaldırsalar ortalık birbirine girermiş gibi geliyor insana. Kendine has dengesinde yuvarlanıp giden düzen o zaman kesin çöker gibi. Sokaklarda yaşayan domuzlar, inekler, köpekler, maymunlar aç kalıp kavga etmeye başlasa o bile yeter mesela. Onlar gider sokaktaki insanlara, açıkta duran yiyeceklere sataşır, haliyle salgın hastalıklar yayılır, sivrisinekler bir yandan, savaş bile çıkabilir yani:)

Neyse işte. Böyleyken böyle:) Yani kendinizi en kötüsüne hazırlarsanız pislik rahatsız etmeyebilir. Ama yine de temizlik eşyalarını bulundurmak lazım. Şimdi böyle yazınca dergilerde falan insanlara şunu da alın, bunu da kesin alın, aman çok gerekli falan gibi şeyler yazan insanlara benzedim biraz. Ama bunlar gerçekten gerekli:) Biz her zaman yanımıza ip, mandal falan gibi ufak şeyler, bir de küçük su ısıtıcımızı alıp öyle gideriz seyahatlere. İlk defa böyle şeyler götürdük yanımızda ve hepsi de çok işimize yaradı. O yüzden eğer Hindistan’a gidiyorsanız, o dükkan senin bu dükkan benim koşup durmamak için “hiçbir şey götürmeyin” diyen yazıları dinlemeyin bence. Ne bulduysanız götürün:) Biz püreli, kolonyalı mendilleri, kağıt sabunları, sabun ve şampuanları götürdüğümüze çok memnun kaldık. Çünkü Hindistan’da market yok. Yani yolun sonunda Kalküta’da ve Mumbai’de birer tane bulduk ama işte diğer şehirlerde yoktu. Haliyle sokak aralarındaki küçük bakkallara gidip onlar ne satıyorsa onu alıyorsunuz. Şampuan ve sabun hadi neyse, insan bir tane alır kullanır da mesela pürel ve kolonyalı mendil bulamıyorsunuz. Bunlar trenlerde bizim çok işimize yaradı. Trende 15-16 saat kalıyorsunuz, yatıp kalkıp, birkaç öğün yemek yiyorsunuz. Çok temiz olmasa da insanın içini rahatlatacak bir şeyler olması iyi oluyor. En azından insan elini falan temizlemiş oluyor.

Aynı iç rahatlatma etkisine yatak çarşafları ve yastık kılıfları da sahip:) Biz şanslıydık, Oslo’da bir otelden aldığımız kağıttan, hafif ve yer tutmayan çarşaflarımız vardı. Trene binip de yerimizde biz gelene kadar üç adamın yattığını ve her yere saçarak çekirdek yediğini öğrendiğimizde, ya da oteldeki yatak çarşaflarının bir deseni gibi görünen insan şekli oluşturmuş lekeleri gördüğümüzde gerçekten çok işe yaradılar. Aslında otellere haksızlık da yapmamak lazım. Gittiğimiz çoğu yerde çarşaflar lekeliydi ama temiz kokuyordu. Herhalde bir leke çıkarıcı sorunu var:) Ama yine de insan bazen rahatsız oluyor işte. O zaman da adamlarla itişip kakışıp, yine başka bir lekeli çarşafla odada baş başa kalacağına kendi temiz çarşafını serip hiç olmazsa yüzünü temiz bir yere koymak daha iyi oluyor:) Tabii normal çarşafları taşımak biraz yük olabilir ama en azından böyle durumlarda yastığın üstüne koymak için bir şeyler düşünmek iyi olabilir bence.

Bir de galoşlar var tabii. Bunlar da çok işimize yaradı. Aslında bizim aklımıza gelmedi, daha önce giden birisi söyledi galoş götürmemizi ve gerçekten çok işe yaradı. Çünkü tapınaklara ayakkabıyla giremiyorsunuz. Ayakkabınızı çıkarınca basacağınız yer de her zaman pek temiz olmayabiliyor. O yüzden hemen cebinizden birer galoş çıkarıp izin veriyorlarsa ayakkabıların üstüne, vermiyorlarsa da çorabın üstüne giymek en iyisi. Böylece hem ayağını koruyor insan hem de ayakkabılarını temiz tutmuş oluyor. Tac Mahal’de Hintliler de bu sisteme geçmiş mesela, size biletle birlikte bir şişe suyla bir çift de galoş veriyorlar:)

Bir de şu hava kirliliğini anlatayım. Hindistan’da gerçekten çok önemli bir sorun çünkü. Bir haftada hepimizin sesi kısıldı! İkinci durağımız olan Jaipur’a geldiğimizde boğazımız hafif hafif ağrımaya başlamıştı. Agra’da, yakılan çöplerin hemen yanındaki otelimizde kaldıktan hemen sonra babamın, bir sonraki durak olan Varanasi’de de benim sesim kısıldı. 10 gün sonra da ancak geri geldi. Hindistan’da hava zaten kirli, arabalar, fabrikalar, toz, toprak zaten havayı oldukça kirletiyor. Ama bu geceleri yaktıkları çöpler tamamen bambaşka bir etki yaratıyor gerçekten. Organik çöpler neyse de plastikler falan da o çöplerin arasında tabii. Yakılınca bir başlıyor kokup tütmeye. Sabaha kadar o havayı soluyarak bir güzel uyuyunca da haliyle ses falan kalmıyor:) Ama artık önlem alıyorlarmış galiba bu konuda çünkü Tac Mahal’in rengi hava kirliliğinden kararmış:) Neyse. Böyleyken böyle. İyi yolculuklar:)