Saturday, January 27, 2007

Hindistan 14: 18 Ekim 2006-Kalküta

Bugünle ilgili fiyatlar, süreler, mesafeler, haritalar, diğer yararlı şeyler... için buraya tıklayabilirsiniz:)

Bugün sabahtan akşama kadar Kalküta sokaklarında yürüdük:) Hiç de öyle filmlerde, fotoğraflarda göründüğü gibi değilmiş. Hani İstanbul’a gelince de hep Eminönü, Sultanahmet dolaşır, buldukları her eski ya da işte onlara doğulu görünen şeyi çeker dönerler ya. Kalküta’ya da bunun aynısı olmuş herhalde. Gelmeden önce birkaç fotoğraf aramıştım. Fotoğraf sitelerine falan girip bakmıştım. Bütün Kalküta fotoğrafları yerde yatan zayıf insanlar, karanlık ve kalabalık dar sokaklar, yürüyerek araba çeken adamlarla doluydu. Bütün gün yürüdük işte. Tamam yani mesela Prag gibi değil burası da ama o fotoğraflardaki gibi de değil.

Dün trenle geçerken güneye gittikçe etrafın yeşillendiğini, geçtiğimiz yerlerin daha düzenli göründüğünü fark etmiştik. Burası da gerçekten daha düzenli ve şehir gibi. Belki de bugün gittiğimiz yerler böyledir bilmiyorum ama daha o fotoğraflardaki görüntüye rastlamadık. Kocaman kaldırımları olan caddeler, parklar geçtik hep. Tabii yerde yatan insanlar, dar sokaklar falan da vardı ama genel görüntü o değildi yani:)

Neyse:)Sabah önce Jet Airways’e gidip Mumbai’ye uçak biletlerimizi aldık. Daha doğrusu bana aldık, annemle babam da rezervasyon yaptırdı. Çünkü onların İstanbul’dan anlaşmalarla aldıkları bedava biletleri var, ama benim yok. Havayollarının çalışanları ve emeklileri için böyle anlaşmaları var. Size ve ailenize her sene bir dış hat bileti veriyor, ayrıca diğer havayollarıyla anlaşmalarına göre de aradaki mesafe hesaplanıp çok az bir ücret ödeyerek de gittiğiniz yerden diğer yerlere olan uçuşları kullanabiliyorsunuz. Ama bana artık bilet vermiyorlar:( Çünkü 25 yaşımı geçtim ve bedava bilet hakkım bitti. Eskiden evleninceye kadardı. Ben de evlenmem olur biter diye düşünmüştüm:)Ama sonra kısıtlandı işte:( Neyse. Sabah ilk iş gidip hemen bana da Mumbai bileti aldık. Uçak boşmuş, annemlere de rezervasyon yaptılar. Sonra para bozdurduk, bir internet kafeye gittik ve sonunda gezmeye başladık.

Zaten bizim otelin hemen yakınındaki Park Street ve çevresindeki caddeler de gezilecek yerler arasındaydı. Uzun süre bir araca da binmek gerekmeden dolaşabildik. Önce Park Street’te yürüdük. Burada birkaç dükkan var, onun dışında da kafeler, restoranlar, kitapçı gibi yerler var. Aslında kısa bir cadde burası. En fazla bir kilometredir herhalde, ama güzel bir yer. İnsan şuradan bir kitap alayım, şu kafede oturup okuyayım, sonra da şunda oturayım falan diye zamanını geçirebilir burada:)Yani bana öyle geldi bugün işte:)Bir de yağmur yağdı. Ben en çok yağmurlu havayı seviyorum. Burası da musonların geçmek bilmediği bir bölgeymiş. Hep yağmur hep yağmur yani:)Gelip uzun süre yaşanmaz da, sanki burada bir ay falan kalınabilir gibi. Ama tabii bir yere gitme telaşı falan yoksa. Trafik gerçekten çok kötü.

Neyse ki bugün gezdiğimiz yerlerde trafiğe girilecek bir durum yoktu, yavaş yavaş yürüyerek dolandık durduk. Park Street’in Chowringhee Road denen ve sürekli tıkanan caddeyle birleştiği yerden sağa dönünce Street Hawkers’ Market’e geliniyor. Burası da yine pek uzun olmayan bir kısım. Kitaplarda güzel ıvır zıvırlar satılır falan yazıyordu aslında. Biz de yaşasın sonunda ıvır zıvır satan bir yer bulduk diye koştuk:) Ama meğer ıvır zıvır dedikleri tezgahlarda satılan Çin’den gelen anahtarlık, çanta gibi şeylermiş. Hindistan’la hiç alakası olmayan şeyler yani. Bir de bir sürü korsan kitap. İnsan hiç olmazsa bir şeyin üstüne India, Kolkata falan bir şey yazar da buzdolabı süsü yapar satar. Her şey de Çin’den gelmez ki yani:) Neyse Street Hawkers’ Market’in de içinden geçip sağa döndük. Sudder Street denen yere geldik. Lonely Planet’ın haritasına göre burası Kalküta’daki çoğu ucuz otelin olduğu yermiş. Biz yürürken bir otele rastlamadık gerçi ama Lonely Planet öyle diyorsa öyledir herhalde:)Bu arada yolun orta yerinde üstü kapalı sahne gibi bir yer vardı. Girişinde de bir adam yatmış uyuyordu:) İçine girdik neymiş diye bakmaya. Meğer bu yaklaşan Diwali’de yapacakları törenler için hazırlanan sahnelerdenmiş. İçinde kağıt hamurundan yapılmış gibi görünen kocaman renkli heykeller vardı. Çok da bakamadık adam uyanır gibi oldu ama ilginç görünüyordu. Diwali sırasında biz Mumbai’de olacağız. O yüzden buradaki kutlamaları göremeyeceğiz ama buradaki etkinlikler de önemliymiş meğer. Neyse en azından hazırlıklara başladılarsa gitmeden önce kurulan sahneleri falan bir görürüz herhalde.

Sahnenin olduğu yerden yine sola döndük, tezgahların olduğu bir sokaktan geçerek New Market denen kapalı pazara geldik. Aslında et, çiçek, giyecek gibi kısımları olan bir kapalı Pazar yeri New Market, ama Kalküta’nın gezilecek yerleri arasındaydı, biz de gezdik:) Etçilerin olduğu kısım değişikti. Kargalar etlerin başında biri bir ucundan diğeri öbür ucundan tutmuş çekiştiriyorlardı:)

Neyse ki burada pek kırmızı et yenmiyor:)Mcdonalds’ta bile yok. Duvarda “mamullerimizde kırmızı et kullanılmamaktadır” yazıyor:) Et yemek istiyorsanız tavuk yiyebiliyorsunuz:)Zaten her şey veg ve nonveg olarak ayrılmış burada. Satılan her yiyeceğin üzerinde kırmızı ve yeşil noktalar var. Nokta yeşilse vejetaryen demek oluyor. Daha doğrusu vegan. Çünkü yeşil noktalıların içinde hiçbir hayvani gıda yok. Kırmızılılar da nonvegler. Yani vegan olmayanlar. Kullanılan yağ bile bitkisel olmasa nonveg oluyor. Bir kek gördük bugün mesela, kırmızı noktalıydı. Herhalde kullanılan yağdan olsa gerek.

New Market’i de gezmemiz bitince çıktık, yine Street Hawkers’ Market’e doğru yürüdük, çünkü orada bir metro girişi geçmiştik. Yolda eczane gibi bir dükkanın camlarında bir sürü ilan gördük. Chikungunya Test, Dengue Test diye. Özellikle Chikungunya gittikçe yayılıyor. Her gün haberlerde çıkıp nerede kaç kişi ölmüş, nerelerde yeni vakalar görülmüş gibi şeyler anlatıyorlar. Aslında Dengue her sene bu mevsimde olurmuş. Musonların bitişine doğru, ortalık hem nemli, su birikintileri çokken, hem de hava sıcakken hastalık yayılır, bir çok insan ölürmüş. Ama bu Chikungunya daha yeni bir şey sanırım. Yani birkaç senedir bu kadar ciddileşmiş. Zaten bir aşısı, ilacı falan da yokmuş. Yaşanan sorunlara göre tedavi uygulanıyormuş ama hastalık kendi kendine gerileyene kadar da aslında bir şey yapılamıyormuş. İyi ki bu cibinlikleri, sinek kovucu spreyleri almışız. Yoksa iki gün duramazdık Hindistan'da herhalde. Hastalanan insanlar yürüyemiyormuş bile. Ancak loş bir yerde öylece yatıyorlarmış:( Aslında düzenli olarak ilaç yapılsa falan sinek kalmaz diye düşünüyor insan ama demek ki olmuyor işte.

Metroya binip iki durak sonra Maidan’da indik. Victoria Memorial, Birla Planetarium ve bir de St Paul’s Cathedral, Maidan bölgesinde görünüyordu. Lonely Planet’ın kitabına göre. Bölgeyi doğru yazmış da gezilecek yerleri biraz abartmış sanki:) Katedral küçük, normal bir kiliseydi ve planetarium’un önünde de öğrenciler bekliyordu:)
Victoria Memorial’ın da bir bölümü kapalıydı, girmedik. Ama o bölgeyi de görmüş olduk işte:)Hatta bir de eylem gördük:)

Metrodan çıktık, şöyle bir etrafımıza bakındık ne tarafa gidelim diye. O sırada bir yerden müzik ve bir konuşma sesi gelmeye başladı. Bir baktık biraz ileride üzerinde TATA yazan kocaman bir binanın altında insanlar toplanmış eylem yapıyor. Jaipur’dayken televizyonda da görmüştük zaten, Kalküta’da Tata işçileri ve birileri arasında gerginlik yaşanıyor falan diye. Hatta bizim izlediğimiz haberde bir grup diğerine taşlarla sopalarla saldırmıştı. Tata yeni bir fabrika mı açacakmış, yoksa bir fabrikayı kapatıyor muymuş, öyle bir şey. Ünlü Tata protestosunu da gördük böylece:)Gerçi televizyona çıkmadı ama olsun:)

Baktık eylem sakin devam ediyor, yanlarındaki yoldan girip Victoria Memorial’la katedrale gideriz diye düşündük. Çünkü ikisi de olduğumuz yerden görünüyordu. Tam yürümeye başladık ki bir anda hava kapandı, yağmur başladı. Burada gerçekten çok şiddetli yağıyor yağmur. Damlalar insanın kafasını acıtıyor:) Koca koca damlalar düşmeye başlayınca elimizde kameramız hemen metroya kaçtık tabii. Zaten istasyonun içinde, her durakta hangi gezilecek yerlerin olduğunu anlatan bir poster vardı. Ona göre de bizim gideceğimiz yerler bir sonraki durakta görünüyordu. Bir durak daha gittik metroyla. Hem bu arada yağmur da biter belki diye. Çıktığımızda gerçekten bitmişti. Ama bir daha Victoria Memorial’ı bulmamız çok zor oldu:) Meğer bizim ilk indiğimiz durak doğru olanmış. Oradan devam etsek hemen ulaşacakmışız. Bu ikinci duraktan çıktıktan sonra bir saat sokaklarda döndük durduk.

Sonunda Katedrali bulduk, ama küçükmüş işte. Victoria Memorial’a girmedik. Planetarium da pek ilginç değil gibi geldi. Ama o sırada Güzel Sanatlar Akademisi’nde bir serginin açılışına rastladık. Onu gezdik biz de:) Varanasi fotoğrafları vardı. Hemen tanıdık:) Demek ki oranın da bir rengi, havası falan var, öyle bakınca hemen tanınan. Küba öyle ya mesela. Bir duvar fotoğrafı da olsa insan tahmin ediyor Küba olduğunu. Varanasi de öyle herhalde. Bir inekten hemen tanıdık:)

Sergi açılışımıza da katıldıktan sonra Maidan’dan bir taksiye binip Park Street’e döndük. Aslında oradan yine metroyla dönülebilirdi tabii de katedralle öbür binayı ararken çok yorulmuştuk, taksiye binelim dedik. Adam da bizi bir güzel kazıkladı:)Aslında itiraz ettik biraz da, fazla uğraşmamak için uzatmadık sonunda. Rs45 vereceğimize 60 verdik indik. O aslında önce 70 istiyordu. E nasıl hesapladın dedik. Çünkü taksimetrede 23 yazıyor. Tamam o 23’ü alıp bir şeylerle çarpa böle hesaplıyorlar asıl ücreti ama 23’ün de 70 olur bir hali yok:) 60 verdik indik. Sonra da nasıl hesaplandığını sorup öğrendik. 23 + 23’ün %90’ını vermemiz gerekirmiş. Bu da 44 ediyor. Neyse en azından şimdi öğrenmiş olduk. Yanımda Mumbai’deki taksimetreleri okumak için çizelge var da, burası için olanı bulamamıştım. Bulmak lazımmış:)

Taksiden inip ilk gün gittiğimiz Camac Street’teki büyük dükkana bakmaya gittik. Oradan defter, anahtarlık gibi ufak bir şeyler aldık. O sırada da fark ettik ki yukarıda market var. Hemen koştuk yukarı:)Kaç gündür Hindistan’dayız, bu daha bulduğumuz ilk market. Hep gidiyoruz küçük bir bakkala peynir diyoruz, ne varsa veriyor. Bisküvi diyoruz bir tane sizin için seçip veriyor:)İnsan şöyle kendi seçip de alamıyor hiçbir şeyi. O yüzden market bulunca çok sevindik. Rs500’lük alışveriş yaptık. Bu 500, Agra’daki otelin bir gece, 3 kişilik ücretiydi, o kadar çok şey aldık yani:)

Ondan sonra da park Street’in köşesindeki Fluffy’s adındaki kafeye gittik. The Marmara’nın altındaki kafe var ya. Onun gibi bir yerdi. Yani biraz daha küçüğü ama havası öyleydi işte. Biz de çay, kahve, pasta falan bir şeyler istedik. Hemen yanımızdaki camekanın içinden bir dilim pastayı alıp yanında kahveyle getirmeleri yarım saat aldı. Neyse geldi sonunda yedik, parayı ödeyip çıkmak istiyoruz. Bir yarım saat de fişi yazıp, elimizdeki parayı alıp, üstünü vermesi tuttu:) Gerçekten yavaştılar yani. Halbuki bu oturduğumuz yerin hemen karşısında tea house diye bir yer vardı. Hem camları daha genişti, dışarıya falan bakmak için, hem de insanlar orada daha canlı görünüyordu. Bilsek oraya giderdik ama işte bu daha temiz pak görününce buna girdik. Ne bilelim:)

Şimdi de Pushpak oteldeki kocaman odamızda film seyrediyoruz. Yarın da Kalküta’dayız. İyi uykular:)

Bugünle ilgili fiyatlar, süreler, mesafeler, haritalar, diğer yararlı şeyler... için buraya tıklayabilirsiniz:)